14 Mart 2012 Çarşamba

Sürüklenmek günümüzde bir zemin üzerinde sürüklenmek değildir sadece. Hatta artık daha çok ruhsal bir akış içerisinde, keyifli ahengi ve hazin neticesiyle dile gelir bu.

Kırsal kesimde geçen Türk filmlerinde görürdük; adamın atına bağlayıp yerlerde sürüklediği kadın figürü. Nerdeyse klişe haline gelecek kadar sık rastlanabilen bu sürüklenme artık cinsiyet farkı gözetmeksizin, tümüyle ruhsal sürüklenişe dönüştü bence.




Ve kurtuluşu olabilen ama kurtulunmayan sürüklenmeler bunlar, biliyor musun? Belki zaafların ama kesin kez iradesizliğin bir sigara kağıdına bürünüp seni sarınca, tütün gibi yanmaya, arzuların kadar hızlı bir şelale gibi sürüklenmeye başlıyorsun ve karşı kürek çekmeye yeltenmiyorsun bile..

İşte o yüzden uyumuyorsun bunca saat geceleri, o yüzden bağrını açıp göğsündeki muskayı gösterir gibi kutsal gördüğün zaaflarını artık bir şartlı reflekse dönüşmüş şekilde açıveriyorsun.. ve o esnada karşındaki asla ayna olmuyor dostum! İşte o yüzden sürüklendikçe sürükleniyorsun. Peki farkına varmıyor musun? Varıyorsun. Sorular soruyorsun kendine, sorulmaması gereken. Hatta belki bir o kadar da gereken. Ama bu o kadar da mühim değil; çünkü yanıtlar vermiyorsun. İnsan "sürüklenirken" nasıl yanıt versin, değil mi?!

Neyse,



Şimdi Brain Damage dinlerken aklıma gelen şöyle bir şey; tüm bu sürüklenişin en nihayetinde sonuna geldiğinde insan (evet, "sonludur sürükleniş de"), düşmüş olduğu karanlık bir kuyudan, gözleri kamaşmış bir şekilde yeşil çimlerin üzerine çıkan sersem bir tavuk gibi ayılıyor.



Peki bu mutlu son mu? Ucu açık bence.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Doğum Sancısı


Gecenin bir vakti yalnız kalmanın keyfini değil de, gururunu diyeceğim, evet, gururunu insan ne zaman yaşar?

Fakat der demez aklıma gelen şey o ki; kendi kabuğuna sığınmış bireyin kendini avutuculuğuyla mı ortaya gurur etiketi çıkar yoksa? Avutuculuk mu dedim ben az önce? Kendini kandırmak olmasın? Heh, işte şimdi buna avutmak denir herhalde. Neyse, bu faslı hemen geçelim..


Gece Yolculuğu.


Kendi yarattığın evrende. Odanda. Yatağında. Koltuğunda. Balkonunda. Sokağında. Kağıdında. İçinde. Dışında. Onda.

Yolculuk işte..


Pek çok şey pek çok şeye veya tek bir şeye sinmişken, düşüncelerin başucuna, masana, önüne, bazen de biraz ağrı yapacak şekilde ense köküne oturmuşken, bir yolculuk. Herkes kendi yolunun yolcusu mu? Bence hayır. Ben yolumu çizip çizmediğimden emin olmaksızın kendi yolumun yolcusu olduğumu.. napıyorum? İddia mı ediyorum?
Sahi ben napıyorum?

2 Eylül 2009 Çarşamba

Ruh ve Gıda

Çıkmazların, problemlerin, sorunların vardır...Buraya kadar eyvallah..Bu bünye bunlara alıştı zaten. Ama bunların ne olduğunu bilemeyişin vardır bazen...Yani bir çıkmaz sokak ama hangi sokak bu? Sokağın adını bilememekle başlar bu bahsettiğim şey. "Ruhumda Bir Sıkıntı Var" adında bir albüm anımsıyorum, seneler evvel bir gazetede reklamına rastlamıştım bunun. Bu isim öyle bir kalmış ki aklımda, çok tanıdık gelmiş belli ki bana. Yani sıkıntının ne olduğunu bilemeyince söylenen bir beyanmış gibi..Bu beyan hangi meyanda açıklığa kavuşabilir ki, onu çok merak ediyorum işte. Belki Orhan Gencebay'ın "ya yolumu kaybettim ya ben kayboldum" demesi gibi..Bir insan, kaybolunca ne yapar? Maddi olmayan bu problemler aleminde cep telefonu çekmiyor işte, kaybolduğunda!


Var tabi çıkmazlarım, olmaz olur mu? Bir problemin çözümünü bilememekle probleminin ne olduğunu bilememek farklı şeydir, değil mi? Biri diğerinin bir adım gerisindeki aşama işte. Problemin çözümünü ararsın, sorunun kaynağına inersin ya da çıkmaz yoldan geri dönersin bu sarmal bilmece içinde. Ama neyin ne olduğunun belirsizliğini muhafaza ettiği anda ruhumda bir sıkıntı var dersin. İşte bu durumda ruhun gıdası ne ise, onu almalısın...Ve o gıdayı çok iyi belirlemelisin ki, çözümün kısa vadeli olmasın. Ruhundaki, o ne olduğunu bilmediğin sıkıntı...gidiversin..

21 Temmuz 2009 Salı

Yürek Büyüsü

Nedir yürek büyüsü? Kayayı Delen İncir gibi bir birşey midir bu? Bir taşın bile canı olduğuna inanıyorsan, o taşın üzerindeki katranı üzerinden atan büyüdür gibi geliyor bana.

Hayır bu bir labirent değil; kısır olmayan bir döngü. Kısırsız ve kusursuz. Öyle ki; huzur veriyor. Ama sadece düşününce.

Döngü derken; o yürek büyüsü ile katranı silip atabiliyorken, o büyüyü de o taşın bir canı olduğunu düşünmen yaratıyor. Böyle yani.

Eskiden kum deposu olarak kullanılan bir yerde, 3 saat boyunca böyle bir büyü yaşayabilirsin mesela. Yaşanmıştır.



Derleyip toplayınca ve topladıkça bu büyünün tüm evrene yayılabilme gerçeğini de gördükçe, yüreği de, büyüyü de yazarken baş harflerini büyük yazmam gerektiğini farkediyorum. Bir özel isim kadar özel bir kavrama dönüşüyor bu.



Eski zamanlara ait fitne fücur büyüleri pek orijinal göremezken, "millenium" çağında yaşanan her büyüyü orijinal görmekteyim ben. Orijinalliği olmayan bir büyü de olamaz. Çünkü böyle bir devirde kendine yer bulamaz. Evrene yayılmadan evvel, günlük hayata takılır. Oysa her gerçek büyü, evrene yayılıdır. Ben bir belediye otobüsünde değil, evrende yeralıyorsam günün her hangi bir saatinde, o zaman yaşarım o büyüyü.



Gün mü dedim ben az önce?

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Ağaçlar, doğa, empati...


Bir rüzgar,

ne çok serin ne de ılık. Essin yüzümde.

Ağaçları hışırdatsın. O ses ahenk yaratsın beynimde.


Yani böyle bir şeye ihtiyacım var. Ve etrafımda kimse olmasın mı? (Olabilir, mümkünse)


Hani empati kurmada zayıf insanlar vardır ya,

Belki bir patrondur, belki delirmiştir, ya da ikisi birdendir...Benim de hatalarım var; ertelemeyi ve zaaflarımı seven bir insanım çünkü. Empati de bir yere kadar o zaman, değil mi?


Doğa. Sen çok güçlüsün. Ve bir o kadar cömert, bir o kadar mütevazi. Ben burdayım dediğin o sonsuz anlarında değil insan güçsüzken görebiliyor ancak seni. Oysa bir şairin bir ağacı sadece ağaç olarak görmeyişi de var...Işıklı ağaçlar var mesela, bir kadının ayak bileğinden başlayarak resmetmeyi kendi şekliyle beceren ağaçlar var, dallanıp budaklanmış haliyle görüldüğünde kendini gördüğünü sandığın ayna misali ağaçlar var mesela, rahatı kaçan ağaçlar var sonra, etlik bağlarına yakın...


Şimdi ben bir ağaç kümesi içinde esen rüzgarla hışırdayan yaprakları dinleyeyim. Empati demiştim ya hani; eğer varsa, o yeteneğimi kullanmak istiyorum ağaçlarda.

30 Ocak 2009 Cuma

Cevap veriyorum; C şıkkı


Napayım, yüksüneyim mi yani şimdi? Geçen zamana aşınmış elbiselerle rüzgara direnir gibi direneyim mi yoksa? Zaten kesin birinden birini yapıyorum. Ama ben C şıkkını seçmek istiyorum. Seçmek için de önce onu bulmayı.


Kara mizah bir bakış, elbette bir ayrı seçenek olabilir bu vaziyette. Ama direnişin yakıtı olarak kullanmıyor muydum ben onu ki? Tutunamayanlar'ı okurken, içinde barındırdığı kara mizahı farketmiş olmak, o roman içinde farketmiş olmak tesadüf değil madem, bir çözümlemeye gideyim ben buradan. En zevkli ve en üşendiğim şeyi yapayım yani. Ya da bir şeyi, üşendiğim için yapmamanın zevkine varayım en iyisi.....


Nazlı gelini katlettiler, artık hepimiz nazlı geliniz. Ne A şıkkı ne B şıkkı, tabi ki C şıkkı ve C) Hepsi demek oluyor..C şıkkı pek şık. Yani demem şu ki; yüksünür gibi yapıp, çaktırmadan direnmek..Valla da çaktırmadan..Öyle ki, kendimiz bile çakamıyoruz mevzuu..Hem kendimizle, hem çevremizle dalga geçip, ki madem çevre de bizim çevremiz, bir şekilde gene kendimizle dalga geçmiş olaraktan ve gene Tutunamayanlar'a bir selam çakaraktan, yuvarlanıp gidiyoruz..gidiyoruz..gidelim..gidelim..


aslında, (tutusturup yabani otlari, cikalim bu gece ormanindan)..(ve ölümsüz ozan burada güler..)

29 Eylül 2008 Pazartesi

Esnemeden Uyumak


Böyle durumlarda hep uykum gelir zaten. Ve durum sonrası da hemen uyuma isteği. Çünkü o durum ki, iyi bir sonuç vermemiştir ve talihsiz sonuçtan uzaklaşmak için çare uykudur. İnsan psikolojisi sana hemen uykunu getirir, önüne koyar, esnersin.


Esnersin de...bir de ruhen esneyebilsek, esnek, rahat bir hal alabilsek...O gerginlik, sonrasında kendini uykuya dalma ya da en çok uykudan uyanma esnasında baş gösterir; O talihsiz durumu hatırlatma kılıfı içinde...Oysa ne güzel biraz uyumuşsundur ve aklında yoktur. Ama uyanır uyanmaz aklına faltaşı gibi düşer.


Ah o esnek ruhlar..hep imrendim, hep..Vurur kafasını uyur rahatlığından. Uyuması uykusunun gelmesindendir, kaçış-uzaklaşma psikolojisinden değil. Yaşanan talihsiz durum, O kişi için talihsiz değildir, çünkü hiçbir şey değildir. Yani şimdi de mesela, uykum var diye yazamıyorum, düşünemiyorum bile. Uyuyayım, değil mi? Ama öyle değil işte, değil. Uyandığımda tekrar aklıma gelecek.


Neyse..yapacak birşey yok...uyumaktan başka..!